Kayseri Fıkraları Üzerine bir araştırma



S.Burhanettin AKBAŞ          
           Ucu bucağı olmayan ve günden güne de genişleyerek zenginleşen bir daldır halk edebiyatımız. Geçmişten gelenlere günümüz insanının da bakış açısını, hayatı algılayışını ve duygularını katması ile değişmekte ve gelişmektedir.
           Fıkralar ise Eski Türkçede “Külüt-Gülüt” adı verilen kısa öykülerdir aslında. Bu kısa öykülerin de kahramanları vardır, mekanı ve zamanı vardır. Nasıl ki her insan bir filozofsa bir bakıma, birazcık doktor, bildiklerini aktarmasıyla öğretmense, yine her insan bir fıkra kahramanıdır aynı zamanda. Günlük hayatta yaşadığımız, kısa, çarpıcı, düşündüren, güldüren, nükteli bir söz veya hareketle biten bir olay fıkranın da oluştuğu anlamına gelmektedir. Lakin, hayatta bu tür sayılamayacak kadar olay meydana geldiği halde bir çoğu unutulur gider. Fıkra biçimine dönüşenler ise halkın yaşatmaya karar verdikleridir. Yani halk, bu tür olaylara bir hafıza oluşturur ve fıkraları yeni nesillere aktararak yaşatır.
           Fıkralar, toplumsal birkaç ihtiyacı karşılarlar. Yani bir işe yararlar. Bu durumu şu fıkra ile açıklayabiliriz. Yolda bir köylüye rastlayan bir Alman, onun eşeğiyle kasaba pazarına odun taşırken karşılaştığı sıkıntıyı hazmedemeyip odunun beş on katı bir para önermiş köylüye. Karşılığında odunları hemen oracıkta yıkmasını istiyor. Böylece hem köylü, hem de eşek rahatlayacak. Köylü sormuş Alman’a:
           -Bu odunları ne yapacaksın?
           Alman hiçbir şey yapmayacağını ifade edince köylü pazarlığı bozmuş ve bu odunları bir işe yaraması, insanların ihtiyacını görmesi için kestiğini ifade etmiş. Fıkralar da boşu boşuna değildir, bir ihtiyaç karşılığıdır.
           Birincisi toplumun psikolojisini yansıtması ve toplumun hafızası olmalarıdır. Nasrettin Hoca fıkralarının Türk Dünyasının dört bir yanında anlatılması ve fıkralar arasında dil farkı, anlatım farkı olsa da, ortak bir anlayış ve davranış kalıbı olması bundandır. Toplum, fıkraları ile olumsuzlukların üstesinden gelir. Aksak Timur’un karşısına aynı çağda yaşamadıkları halde Nasrettin Hocayı çıkarması bu mantığın bir sonucudur. Kayseri fıkralarında görülen kurnaz Ermeni ve Yahudi Tüccarların karşısına Kayseri tiplemesini dikmesi ve en az onlar kadar kurnaz olma iddiası ile çıkması, daha sonra onları da aldatabileceğini düşünmesi bundandır. Halbuki Yahudiler, Kayseri coğrafyasında bulunmazlar.
           Fıkralar, toplumsal bir rahatlama aracıdır. Bugün gazete kültüründe her gün okuyucunun gazetede çarpıcı bir fıkra arayışı tükenmez bir duygudur. Yeni bir gün ve yeni sorunlar bu ihtiyacı sürekli kılmaktadır. En önemlisi de galiba toplumun gülmek ve rahatlamak yönündeki çabalarının bir sonucudur fıkralar. Aynı zamanda halkın hayal gücünü yansıttıkları için zaman ve mekan farklılıkları olsa da gerçek ya da gerçek olmayan kahramanlar  bir araya gelebilirler. Karadenizlilerle Kayserililer oldukça uzak bir coğrafyada olmalarına rağmen fıkralarda buluşabilirler bu sayede. Bu bir üstünlük yarışıdır ve hangi yörede anlatılırsa üstünlük onun eline geçmekte ve hayal mahsulü olan bu fıkralarda gerçek olmayan bir çekişme yaşatılmaktadır. Belki, kendi coğrafyalarının tarıma müsait olmayışından dolayı bu yörelerin insanları diğer bölgelere de, özellikle İstanbul gibi büyük şehirlere göç etmek zorunda kalmışlardır ve yeni bir coğrafyada buluşmaları mümkündür desek bile bu fıkralar her gün çığ gibi büyüyen Temel Fıkraları kadar hayal mahsulüdür.
           Bir de yaşanmış olaylara dayanan fıkralar vardır. Bu fıkralarda daha ziyade hoşsohbet, hazırcevap insanların gülmece ve yergi unsurları öne çıkar. Kayseri fıkralarının şehir merkeziyle ve köylerle ilgili bölümü de böyledir. Yerel kahramanların çoğu adıyla sanıyla ifade edilir ve aşağı yukarı bir tarih ve mekan verilebilir. Köylü fıkralarında ise Anadolu köylüsünün uzun süre kendi gelenek ve görenekleriyle birlikte saflığını da koruduğu anlaşılmaktadır. İç mekanda Kayseri’de de görülebileceği gibi üst kültüre ait şehirli kültürü  ile alt kültür olarak kabul edilen köylünün kültürü yeni bir çatışma alanı oluşturmaktadır.
           Kayseri fıkraları kahramanlar yönünden incelendiğinde ise baş sırayı uyanık Kayserili tipi oluşturmaktadır. Bu tip, gelenekçi, hazırcevap, birazcık kaba saba, lakin zekası ile aldatabilen, parayı ve zenginliği çok seven, cimri, pek fazla verici olmayan bir tiplemedir. Özel bir adla anılmaz. Adı Kayserilidir hep.
Kayseri fıkralarında İncili Çavuş, Kayseri yöresinin bir Nasrettin Hocası gibi çıkıyor karşımıza. Halk kültüründen geldiği halde Osmanlı Sarayında dahi tutunmayı başarmış, müthiş hazırcevaplık ve pratik zeka örneği olarak karşımızda duruyor.
Kayseri merkezdeki fıkralarda bir esnaf ağırlığı gözlenirken, civara açılınca esnaflık özelliği yerini köylülüğe ve çiftçiliğe terk ediyor. Köylü fıkraları arasında  köylü, Avşar, Çerkez, Kürt, Yörük gibi ifadeler varken, şehirdeki fıkralarda Türk, Ermeni, Yahudi, Karadenizli, Darendeli  gibi tipler çeşitleniyor. Özellikle Kayseri fıkralarında Ermeni kahramanlara Türklerin hakim unsur olduğunu gösterme gayreti içerisinde olduklarını  belirten ifadelere rastlamak mümkündür. Kayseri ticaretinde bir zamanlar önemli bir yere sahip oldukları bilinen gayrimüslimlerin daha ziyade Ermeni adıyla birleştirildiği ve Kayserilinin ilk zeka  ve üstünlük mücadelesini bunlara karşı yaptığı anlaşılıyor. Ermenilerin Kayseri coğrafyasından uzaklaştıktan sonra bu boşluğu kısmen Yahudi doldurmaya çalışsa da bu pek mümkün olmuyor. Kayseriliye yeni rakip arayışları sürerken öne çıkan yeni bir güç olarak Karadenizliler çıkıyor Kayserilinin karşısına. Bu karşılaşma aslında Ermeni ve Yahudi’nin Kayseri coğrafyasında artık bulunmayışlarından dolayı zorunlu bir hal alıyor. Yine de Karadenizli ile Kayserilinin aynı trene binmesi kadar gerçeküstü bir fıkra mantığı bu.
           Kayseri fıkralarında Kayserilerin pazarlıkçı olduğu, parayı çok sevdikleri de sıkça vurgulanıyor.  Bu özelliğin nereden kaynaklandığını da bilmek açısından şunu vurgulamak gerek. Evliya Çelebi, 16. yüzyıl Kayseri’sini anlatırken esnaflar arasında bir grup teşkil eden ahilerle pazarlık etmenin mümkün olmadığını anlatır. Hatta bir ahiye pazarlık teklif edildiğinde bunu hakaret kabul ettiği ve kendisinin alçak olmadığını, kimseyi aldatmadığını ifade edeceğini söylüyor. Ahilerin dışında kalan Ermeni ve Rum esnaf ile her türlü pazarlığın rahatça yapılabildiğini anlatıyor. Öyleyse pazarlığı, Kayserilinin Ahi Evran’dan beri gelen eski esnaflık geleneğinin bir uzantısı olarak alamayız. Bu adet zamanla gayrimüslim esnaflardan alınmış olmalıdır.
Kayserilinin ticari anlamda gayrimüslimlere üstünlük sağlama gayreti ise çok daha yeni bir hadise olarak en fazla 100- 150 seneyi kapsadığı  görülüyor. Osmanlı zamanında Selçukludaki önemini büyük ölçüde yitiren Kayseri, ticari anlamdaki başarısını da Cumhuriyet yıllarında kazanıyor. Bu da gösteriyor ki Kayserilinin gayrimüslimlerin yanında çıraklık dönemleri uzun sürmüştür. Gayrimüslimlerin devlet eliyle güçlerinin azaltılması bu başarıda önemli bir rol üstlenmektedir. Özellikle de Kayseri’yi terk etmeleriyle sonuçlanan süreç, onlardan kalan boşluğun doldurulması ile tamamen Kayserili tipi bir Türk çehresi kazanmıştır. Aslında Kayseri’nin bu çehreyi kazanmasında asıl mimar genç Türkiye Cumhuriyeti olmuştur. Kayserinin yükselişi, Türkiye Cumhuriyetinin yükselişi ile beraberdir.
Son 100 sene içerisinde cepheden cepheye koşarak var olma mücadelesi veren ve daha ziyade askerlik yapan Türk unsurdur. Onun konaklar yapacak zamanı ve imkanı yoktur. Bu şiddetli mücadele Türk ulusunun başarısıyla sonuçlanınca genç Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş ve Türk insanına yeni imkanlar ve fırsatlar çıkmıştır. Türkiye yeniden kurulurken Türk insanı da hak ettiği yere ulaşma mücadelesini sonuna kadar vermiş, askerlik dışındaki görevlerine dönmüş, bağına bostanına, evine konağına bakmaya, zenginleşmeye ve ticari anlamda öne çıkmaya başlamıştır. İşte Kayserili tipi,  bu anlamda ticarette başarılı gayrimüslim Kayserili tipinin değişerek aynı başarıyı yakalayan, hatta onları da geçen Türk Kayserili tipinin oturmasıyla Cumhuriyet döneminde ortaya çıkmıştır.
           Kayseri fıkralarının bugünlere ulaşmasında şüphesiz ki Kayseri’nin yetiştirdiği bir büyük değer olan Kazım Yedekçioğlu’nun yayınladığı “Övünmek Gibi Olmasın Ama Kayseriliyim” kitabı büyük bir yere sahiptir. Yine aynı adı taşıyan Mustafa Gümüşkaynak’ın kitabı, Cavit Yeğenoğlu’nun “Fıkır Fıkır Fıkra” ile “Kayseri’de Yaşayan Renkli Kişiler” adlı kitapları, Asım Yahyabeyoğlu’nun “Anılarımda Kayseri” vb. eserlerin önemli payları olmuştur. Kazım Beyin kitabı 1972 yılında yayımlandığına göre, aslında Kayseri Fıkraları ile ilgili çalışmaların 30 yıllık bir geçmişinden bahsedilebilir.  Kayseri’nin en büyük şansı 1910 yılında Erciyes gazetesinden bu yana Kayseri’de  Türk gazetelerinin yayın hayatında oluşu ve değişik aralıklarla Erciyes dergisinin yayınlanmasıdır. Halkevlerinin yayın organı olan Erciyes, şekil değiştirerek bugün de yayın hayatındadır. Bu kaynaklar, birçok folklor araştırmacısına kaynaklık etmeye devam edecektir.

ÖRT DE ÖLÜYÜM LAN*
Seneler önce Talas’ta bir evin büyüğü hastalanmış. Oğlu atla dörtnala şehre gelip şehirden bir doktor getirmiş. Büyüğün başında artık yasinler okunuyor. Oğul babasına yavaşça eğilip : 
-Baba doktor getirdim, demiş. 
Hasta kafasını doğrultup: 
-Gaça getirdin? 
Oğul: 
-On lira istiyor, deyince: 
-Üstümü ört de ölüyüm lan, hiç doktora on lira verilir mi, deyip yorganı üstüne çekmiş.
·         Bu olaydan sonra ailenin lakabı “Ört de Ölüyümler” olmuş.
-------
SABAH SABAH KAYSERİLİ YÜZÜ GÖRMEK İSTEMEM*
Kayserilinin biri sabah berbere gider.
Berber koltuğuna sırtı aynaya dönük oturur.
Berber neden ters oturduğunu sorar.
Kayserilinin cevabı şöyledir:
- Bırak ya sabah sabah Kayserili yüzü görmek istemiyorum.

*Mahmut Baler'in(Bal Mahmut) Baldan Damlalar isimli kitabından
***
ANAN ER YÜZÜ MÜ GÖRDÜ?
Anan er yüzü mü gördü yavrum! 
Kadının biri, kocası öldükten sonra yine evlilik hazırlığına başlamış. Oğlu da annesine sitem ederek:
-Ana ne çok evleniyorsun, osanmadın mı demiş.
Anası da oğluna:
-Aman oğlum, ne osanacağım, anan er yüzü mü gördü yavrum. Üçü uzun, üçü kısa, üç Musa, üç İsa, üç Köse; İrecep, Şaban, Ramazan; bir de İrahmetlik baban... Hepsi bu kadar işte...
***
YA TUZU YA EKMEĞİ BIRAK
Göçmenlerden Ramazan Ankara’ya çalışmaya gider. Oldukça pinti olan Ramazan 6 ay sonra bir mektup yazar. “baba dediğin gibi çalışıyorum yemekte ise sadece tuz ve ekmek yiyorum” der. Mektubu okuyunca çok sinirlenen baba hemen bir mektup yazar. “Oğlum buradan gideli amma da müsrif olmuşsun, tuz ile ekmek bir arada yenir mi? Ya tuzu bırak ya ekmeği yoksa para arttıramazsın.
***
BİR KARALTI GÖRDÜYDÜM
Amerikalılar aya ilk çıktığında Vahit Ağa anasının yanına gelerek der ki:
-Ana ana Amerikalılar bugün aya çıkmışlar.
Yaşlı Şerif Ana cevap verir:
-Hele ben orada bir karaltı görmüştüm.
***


GEL, SENİ İSTİYORLAR
İstanbul’da yaşayan bir Kayserili akrabalarını ziyarete gelir. Çorakçılar mahallesine eşek kiralamaya gider. Bu semt kiralık eşeklerin bulunduğu mahalledir. Adam sorar soruşturur, kiralık eşeği bulunan bir evi öğrenir. Kapı aralığından avluda iş gören bir hanım görür, bir günlüğüne eşeklerini kiralamak istediğini söyler. O yörede kadınların böyle şeylere karışması hemen hemen imkansızdır. Evde erkek kişi varken, kadının sözü geçmez. 
Eşek kiralamak isteyen: 
-Eşeğiniz var mı, diye soruyu tekrarlar. 
Kadın da kocasına şöyle seslenir: 
-Gel seni istiyorlar. (Cavit Yeğenoğlu)
***
SITMA, BU İTİ TUTMA 
Muhaddisoğlu Mehmet Efendi Hoca’dan sıtmalı bir tanıdığı, bir muska ister. Hoca, aydın bir kişi. Böyle şeylere karşıdır. Ama, hastanın ısrarlı yakarışına dayanamaz. Eline geçirdiği kağıda bir şeyler yazıp adama verir. Hasta, muşambaladığı kağıdı boynuna asar; olacak ya, sıtması da kesilir. Merak edip bir gün muskayı açarlar, bakarlar ki ne görsünler? Mehmet Efendi Hoca: 
-Sıtma, bu iti tutma! Diye yazmış muskaya. (Kazım Yedekçioğlu)
***
İNANMIYORSAN SANA DA SÖYLESİN
Kayserili, komşusu diğer Kayseriliden bir işini görmek için eşeğini istemiş.
Adam demiş ki:
-Bak ağa, eşeğe bir sormam lazım.
Adam ahıra gitmiş, bir süre sonra ahırdan dönmüş:
-Eşek ne diyor ağa demiş komşusu.
Kayserili:
-Bak ağa, eşeğe sordum, komşum bir iş için seni istiyor, ne diyorsun dedim.Eşek de bana:
-Ağam, o komşun var ya beni döver, sana da söver, o yüzden ben gitmek istemiyorum dedi.
Komşunun ağzı açık kalmış:
-Bunu eşek mi söyledi.
-Evet ağa, inanmıyorsan ahıra gir sana da söylesin.
***
GÜLE GÜLE PASTIRMA YEDİK
Nasrettin Hoca’ya, Kayseri’den Konya’ya döndüğü vakit sormuşlar:
-Aman Kayseri’de neler oldu Hocam?
Hoca demiş ki:
-Onlar sizin gibi döve döve helva yedirmiyor, güle güle pastırma yedik geldik demiş.
S.Burhanettin AKBAŞ, Kayseri Akın Günlük Gazetesi
***
KAYSERİLİLERİN UYUDUKLARI VAKİT
Nasrettin Hoca, Kayseri’ye gidiyormuş. Hocayı komşuları uyarmışlar:
-Aman Hocam, dikkat et uyanık Kayserililer seni aldatmasınlar!
Hoca gülmüş:
-Merak etmeyin, ben Kayseri’ye, uyanık Kayserililerin uyudukları vakit varacağım, demiş.
***
BİRİNCİ SINIF
Kayserili küçük bir çocuk okula yeni başlayacakmış. Okullar açılmış, okulun ilk günü annesi götürmüş ve tekrar eve dönmüş. Çocuk okludan çıktıktan sonra eve gitmiş. Annesi:
-Oğlum okulda ilk günün nasıldı?
-Her şey iyiydi ama bir şey kötüydü.
Annesi merak etmiş:
-Kötü olan neydi?
-Sınıf kapısının üstünde birinci sınıf yazıyordu ama içeri girdiğimde her şeyin tahtadan olduğunu gördüm.
***
PAŞALAR BİRBİRİNE KARIŞINCA
Kayserili Fatma Abla, kardeşinin satın aldığı yeni eve hayırlı olsun'a gidecektir. Kardeşine sorar:
-Bacım, sizin oraya hangi otobüs işliyor?
Kardeşi:
-Talat Paşa otobüsüne bineceksin bacım, unutma Talat Paşa...
Fatma Abla, Talat Paşa sözünü aklında tutmaya çalışır.
Hunat'ın önüne gelip beklerken Mithat Paşa Otobüsü gelir ve Fatma Abla, Talat Paşa adını Mithat Paşa ol
arak hatırlayıp otobüse biner.
Otobüsün getirdiği yerleri hiç bilemeyen Fatma Abla, şoförle muhabbete başlar:
-Vooo nerelere getirdin bizi anam?
-Mithat Paşa'ya getirdim bacım.
-İyi de Şoför Efendi, şöyle şöyle bir yer olacağıdı, bacımın evi vardı orada, öyle bir yer buralarda yok.
-Demek ki yanlış otobüse bindin bacım.
-Sen şimdi paşaları mı garıştırdın diyon?
Şoför başlar gülmeye... Mithat Paşa ile Talat Paşa'nın birbirine karıştırıldığı anlaşılır.
Kaynak:
S.Burhanettin AKBAŞ / Neşe AKBAŞ

Yorumlar